Tez No İndirme Tez Künye Durumu
574889
A neorealist analysis of Iran-Russia relations: Tajik and Syrian civil wars / İran-Rusya ilişkilerinin neorealist bir analizi: Tacik ve Suriye iç savaşları
Yazar:ESRA YANIK
Danışman: DR. ÖĞR. ÜYESİ DERYA GÖÇER AKDER ; DR. ZELAL ÖZDEMİR
Yer Bilgisi: Orta Doğu Teknik Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Ortadoğu Araştırmaları Ana Bilim Dalı
Konu:Uluslararası İlişkiler = International Relations
Dizin:Rusya = Russia ; Savaş = War ; Suriye = Syria ; Tacikistan = Tajikistan ; Uluslararası ilişkiler = International relations ; Uluslararası politika = International policy ; Yeni gerçekçilik = Neorealism ; Yeni gerçekçilik = Neorealism ; İran = Iran ; İç savaş = Civil war
Onaylandı
Yüksek Lisans
İngilizce
2019
213 s.
İran ve Rusya; Avrasya, Orta Asya, Transkafkasya ve Orta Doğu gibi farklı birçok bölgesel sistemde ortaya çıkan gelişmelerden etkilenmekle kalmayıp bu gelişmeleri hatırı sayılır ölçüde etkileyen iki önemli aktördür. Zengin kültürel bir medeniyet ve sosyal mirasla dolu uzun bir tarihin yanı sıra askeri, demografik ve yüzölçümü anlamında önemli bir maddi güce sahip olan İran ve Rusya; medeniyetler arasında birer geçiş noktası olarak görülmüş; geniş etki alanlarına sahip güçlü ülkeler olarak algılanmışlardır. Bu nedenle, devletler arası savaş ve iç savaş gibi bölgesel gelişmeler, her iki ülkeyi, varlıklarını minimum kayıp ile en avantajlı konumda sürdürebilmeleri için uygun dış politikalar geliştirmeye itmiştir. Bu kapsamda, iki ülkenin birbirleriyle yürüttükleri ikili ilişkiler ilgi odağı olmuştur. Uluslararası İlişkiler, Orta Doğu Araştırmaları ve Avrasya Çalışmaları gibi bir çok disiplin ve disiplinlerarası bölüm tarafından ortaya konan akademik çalışmalarda, İran-Rusya ilişkileri oldukça ilgi görmüş ve görmeye devam etmektedir. Irak (2003) ve Afganistan'ın (2001) ABD tarafından işgal edilmesi, 2011 yılı itibariyle Tunus başta olmak üzere tüm Orta Doğu'yu etkileyen Arap Ayaklanmaları, ABD'nin Orta Doğu'daki gelişmelerden kendisini soyutlamasına yönelik hamlesine rağmen gerçekleşen Libya'ya ABD öncülüğünde yapılan uluslararası müdahale, farklı güç dinamiklerinin etkisiyle giderek şiddetin yükseldiği Suriye İç Savaşı gibi son dönemde yaşanan bölgesel ve küresel gelişmeler iki ülke arasındaki ilişkilere yönelik ilginin artmasına yol açmıştır. Zira, hem İran hem de Rusya, bölgesel gelişmeler sonucunda ortaya çıkan güç boşluklarını doldurmak için birtakım adımlar atmışlardır. Bu adımlar, "Rusya'nın Orta Doğu'ya geri dönüşü" ve "İran'ın bölgesel yalnızlığına son vererek Irak-Suriye-Hizbullah gibi devlet ve devlet dışı aktörlerle geliştirdiği bağlar sayesinde nüfuz alanını genişletmesi" konuları üzerine yapılan tartışmaları arttırmıştır. Bunun yanı sıra, İran ve Rusya ilişkilerinin mahiyeti üzerine -bu ilişkinin taktiksel bir birliktelik mi yoksa stratejik bir ortaklık mı olduğu yönünde- birçok makale kaleme alınmıştır. Ayrıca, İran'ın Orta Asya ve Transkafkasya (bu noktadan itibaren tezde OA/TK olarak kullanılacaktır) bölgelerine yönelik politikaları ile Orta Doğu'da uyguladığı politikalar arasındaki benzerlik ve farklılıklara yönelik karşılaştırmalı analizler yapılmıştır. Bu tezde, Tacikistan ve Suriye İç Savaşları birer vaka analizi olarak ele alınarak İran'ın Orta Doğu ve OA/TK bölgelerine yönelik takip ettiği dış politikanın ve nihayetinde Rusya ile ilişkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) yıkılmasının hemen ardından 1992 yılında ortaya çıkan Tacikistan İç Savaşı ve 2011 yılından itibaren Orta Doğu'nun kalbinde vuku bulan Suriye İç Savaşı; İran ve Rusya'yı, farklı ölçülerde dahi olsa, doğrudan etkilemeyi başarmışlardır. Dahası, her iki iç savaş da Rusya ve İran ikilisinin dış politikalarından doğrudan etkilenmişlerdir. Bu tez, söz konusu iki vaka analizinin, Tahran'ın dış politikası üzerindeki etkisini karşılaştırırken, bazı metodolojik problemlerin olduğunu da kabul etmektedir. Her iki vaka arasında güç dinamiklerinin karmaşıklığı noktasında önemli farklılıklar bulunmaktadır ve bu farklılıklar karşılaştırmalı bir analiz için zorluk teşkil etmektedir. Zira, Tacik (1992-97) ve Suriye İç Savaşları (2011 ve sonrası) iki farklı zaman diliminde ve dolayısıyla iki farklı uluslararası şartlarda ortaya çıkmıştır. Tacik İç Savaşı, SSCB'nin yıkılmasının ardından iki-kutuplu dünya düzeninin son bulduğu ancak hala belirsizliğin devam ettiği bir ortamda Rusya'nın "yakın çevresi" (near abroad) olarak gördüğü Orta Asya'da yaşanırken; Suriye İç Savaşı, Arap Ayaklanmalarını takiben "Amerika sonrası" (post-America) bir Orta Doğu'da nispeten çok-kutuplu bir dünya düzeni içerisinde Orta Doğu'nun kaotik atmosferi içerinde ortaya çıkmıştır. İç dinamikler göz önünde bulundurulduğunda da yine iki vaka arasında dikkate değer farklılıklar mevcuttur. 1946 yılında bağımsızlığını kazanan Suriye, daha uzun bir modern devletleşme (modern state formation) sürecine sahiptir. Ayrıca, emperyalizmin etkisiyle çizilen sınırları ve deneyimlediği uzun ve sert emperyalizm mücadelesi nedeniyle devlet kimliği ile üst kimlik ve alt kimliklere arasındaki çatışma oldukça yoğundur. Diğer taraftan, Tacikistan bağımsızlığını çok daha yakın bir geçmişte, Suriye'ye kıyasla bağımsızlık için çok yoğun bir mücadele olmaksızın kazanmıştır. Dahası, devlet kimliği ile üst ve alt kimlik arasındaki çatışma nispeten daha yumuşaktır. Yine de, her iki ülkede de ekonomik sıkıntı, sınıf ayrımı, etnik ve dini alt kimliklerin çeşitliliği nedeniyle çatışma dinamikleri her zaman mevcut olmuştur. Dolayısıyla hem Suriye hem de Tacikistan, içinde bulundukları bölgesel sistemdeki diğer devletlerden farklı olarak nadir bir olgu olan iç savaşı deneyimlemiş; dışarıdan müdahale ile birlikte çok sayıda ülke içi aktör arasında kanlı çatışmalardan geçmiş ve Suriye vakasında hala geçmeye devam etmektedir. Her ne kadar iki vaka arasında farklılıklar olsa da -ki bu farklılıklar benzerliklerden fazla bile olabilir- iki vakanın İran nezdindeki önemi hakkında yapılacak değerlendirmenin, karşılaştırmalı analizin ve İran-Rusya ilişkilerini etkileme kapasiteleri üzerine gerçekleştirilecek bir araştırmanın; İran'ın Orta Doğu ve OA/TK bölgelerine yönelik dış politika yaklaşımları ile ilgili etraflı ve derin bir analiz geliştirimesine katkıda bulunacağı değerlendirilmektedir. Gerek Suriye gerekse Tacikistan bulundukları bölgelerin birer mikrokozmalarıdır. Bu sayede, vakalar ve bölge genelindeki koşullar arasındaki uyum özelden genele bir çalışma yürütülmesine imkan sağlamaktadır. Özetle, bu tez Tacikistan ve Suriye vakaları arasındaki salt benzerliklerden oluşan bir resim çizerek İran-Rusya ilişkileri hakkında sade ve düz bir analize varmaktan ziyade hem farklılıklar hem de benzerliklerden öğrenerek detaylı bir inceleme yapmayı hedeflemiştir. Zira, karşılaştırmalı çalışmalarda benzerlikler kadar farklılıklar da önem arz etmektedir. İran'ın özelde Tacik ve Suriye İç Savaşlarına olan yaklaşımı, daha genel olarak OA/TK ve Orta Doğu bölgelerine yönelik takip ettiği dış politikalarla parallelik sergilemektedir. Her ne kadar İran her iki iç savaşa yönelik birbirinden çok farklı iki dış politika sergilemişse de bu dış politikalar Rusya ile olan ilişkilerini bozmamış ve hatta Tahran-Moskova arasındaki işbirliği ve diyalogun gelişmesine zemin hazırlamıştır. Bu tezde, iki iç savaşın İran-Rusya ilişkilerine olan yansımaları ele alınarak İran'ın iki farklı bölgesel sistem olan Orta Doğu ve OA/TK bölgelerine yönelik farklı politika izlemesine yol açan etmenler ve bu etmenlerin arasında "Rusya faktörü"nün yeri sorgulanmaktadır. "Rusya faktörü" ifadesi, Rusya'nın, OA/TK bölgesinde bölgesel bir hegemon olarak varlık göstermesine ve doğrudan veya dolaylı olarak İran'ın Orta Doğu'da iddialı politikalar izlemesine katkı sağlayan Orta Doğu politikalarına işaret etmektedir. Analizde, Neorealizm, teorik çerçeve olarak kullanılmaktadır. Tezde, Neorealizm seçiminin arkasında yatan sebep, Uluslararası İlişkiler (Uİ) disiplinindeki en önemli teorik yaklaşımlardan birinin sınırları dahilinde akademik ve tutarlı bir analiz sağlamaktır. Neorealizm teorisi tarafından sıklıkla kullanılan güç, uluslararası sistem olarak anarşi, dengeleme (balancing), peşine takılma (bandwagoning), prangalanmak (chain-ganging) ve sorumluluk yükleme (buck-passing) gibi teorik kavramlar, dış politika ve ülke ilişkilerine yönelik dikkate değer ölçüde açıklama kapasitesine sahiptir. Bununla birlikte, tez Uİ disiplinine çok büyük katkı sağlayan ve çok katmanlı/çok boyutlu analizler sunan diğer Uİ teorilerine karşı dışlayıcı bir bakış açısı taşımamaktadır. Dolayısıyla, tezde bir taraftan yapılan analizlere Kenneth Waltz ve John Mearsheimer gibi önde gelen Neorealist teorisyenlerin kaynakları entegre edilirken diğer taraftan uluslararası sistem düzeyindeki belirleyici faktörlerin rolüne gereğinden fazla vurgu yapılmaktan da kaçınılmıştır. Örnek vermek gerekirse, Suriye ve Tacik iç savaşları ve İran-Rusya ikilisinin bu vakalar ile genel olarak iki bölgeye yönelik yaklaşımları incelenirken, modern devletleşme süreci, öznel olarak devlet faktörü ve devlet içi faktörler de göz önünde tutulmuştur. Tacik ve Suriye iç savaşlarına yol açan ülke içi ve devlet yapısına bağlı faktörlere, Rusya ve İran siyasi arenasındaki politik eğilimler ve fraksiyonlara yer veren tez, sadece sisteme bağlı etmenler değil aynı zamanda ülke-içi şartlara da değinmiştir. Sonuç olarak, tez, Neorealizm'in "tarih dışı (ahistorical) eğilimi" gibi eleştirilere yol açan birçok hususu ve teorinin sınırlandırıcı yönlerinin farkındadır. Yine de, Neorealizmin sınırlarını zorlayarak ancak teorik tutarlılık çizgisini de kaybetmeden Orta Doğu ve OA/TK bölgelerindeki tarihi miras, Orta Doğu'da Batılı devletlerin OA/TK bölgesinde ise Sovyetler Birliği'nin emperyal miraslarının rolü gibi konular ele alınmıştır. Bilindiği üzere, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından yaşanan kısa bir tereddüt döneminin ardından, Rusya Federasyonu 1993 yılında "yakın çevre" doktrinini ilan etmiştir. Buna göre, Orta Asya ve Transkafkasya'nın da dahil olduğu eski Sovyet toprakları, Rusya'nın sosyal, siyasi, güvenlik ve ekonomik çıkarları nezdinde hayati etki alanı olarak tanımlanmıştır. Düşüşünü önlemek amacıyla, Moskova, "yakın çevresinde" üstünlüğünü tekrar tesis etmek ve sürdürmek zorunluluğu hissetmiştir. Buna göre, bölgedeki aktörlerle istikrarlı ilişkiler sürdürmeyi amaçlamıştır. "Yakın çevre" politikası, genel itibariyle Rusya'da Batı yanlısı (Atlantikçilik) politikaların, NATO'nun eski Sovyet coğrasyasına doğru genişleme hamlesi karşısında yetersiz kalmasını takiben Avrasyacılığın yükselmesi ile güç kazanmıştır. Tacik İç Savaşı, Rusya'nın "yakın çevre" doktrini üzerinde hem etki sahibi olmuş hem de bu doktrinden etkilenmiştir. Kısa bir ilgisizlik sürecinin ardından, Kremlin, sınırlarının yakınında gelişen istikrarsızlığın domino etkisi oluşturmasını engellemek amacıyla Duşanbe'deki çatışmaya müdahil olmuştur. Tacikistan eski Sovyet toprakları ve Afganistan arasında bir tampon bölge oluşturmaktadır. Sınır boyunca giderek artan suç faaliyetleri ve yükselen güç boşluğu Rusya'yı, iç savaşın gidişatını kontrol etmeye ve Duşanbe'deki Moskova yanlısı hükümeti desteklemeye sevk etmiştir. Dolayısıyla, Neorealizm argümanına paralel olarak, Rusya, anarşinin koşulları belirlediği ve ülkelerin kendi kendine yetmek (self-help) durumunda kaldığı bir dünyada, kendi sınırları yakınında gerçekleşen potansiyel bir tehdide yönelik ciddi bir şekilde hassasiyet göstermiş ve Tacik İç Savaşı'na, savaştan günümüze kadar iktidardaki konumunu koruyan Emamali Rahmonov'u (Rahmon) destekleyerek gerek askeri gerekse siyasi olarak müdahale etmiştir. Moskova, Tacik İç Savaşı boyunca, "yakın çevre" politikasını öne çıkarırken, Tahran, batı ve güney cephesinde Irak ile verdiği sekiz yıllık savaşın ve kuzeyinde Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla birlikte oluşan istikrarsızlığın ardından dış politikasını tekrar tasarlıyordu. Bu anlamda, Tacikistan'daki iç savaş, İran'ın dış politikasında dini lider Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin ölümünü ve İran-Irak Savaşı'nı müteakiben yaşanan "ideolojiden arınma/ de-ideologization" olarak anılan sürecine tesadüf etmektedir. Ülke içinde ekonomiyi yeniden yapılandırmak için duyulan ihtiyaç, Tahran'ı, 1979 Devrimi'nin ateşli günlerinde savunduğu ideolojik değerleri geliştirmekten ziyade ulusal çıkarları daha katı bir şekilde takip etmeye zorlamıştır. ABD'nin, Fars Körfezi'nde giderek artan bir şekilde varlık göstermesi ve Körfez Savaşı örneğinde de görüldüğü üzere Orta Doğu'daki çatışmalara tek taraflı alınan kararlarla müdahil olması bölgedeki yeni koşulların Soğuk Savaş dönemindeki çift kutuplu dünya düzeninin sağladığı koşullardan çok farklı olduğunu kanıtlamıştır. Orta Doğu'daki bölgesel kısıtlamaların farkında olan Tahran, Orta Asya/Transkafkasya'da yaşanan gelişmeleri, uluslararası yalnızlığına son vermek ve ekonomik, diplomatik ilişkilerini geliştirmek için bir fırsat olarak algılamıştır. OA/TK ülkelerinde laikliğin devlet kimliğinin bir parçası olmasına yol açan Sovyet mirası, güç boşluğunu avantaj bilen ABD'nin OA/TK bölgesine nüfuz etme hamleleri, İran'ın Rusya kontrolü karşısında yetersiz kalan maddi kapasitesi ve son olarak bağımsızlığını yeni kazanan OA/TK ülkeleri ile İran arasında Orta Doğu ve özellikle Körfez ülkelerinin aksine çatışma geçmişi ve tarihsel bir düşmanlığın olmaması Tahran'ın, bu bölgede daha yapıcı ve müdahaleci olmayan bir dış politika izlemesine zemin hazırlamıştır. Başlangıçta, büyük bir çoğunluğunu Tacikistan İslami Rönesans Partisi'nin (IRPT) teşkil ettiği İslamcı ve demokratik unsurlardan oluşan Birleşik Tacik Muhalefeti'ne (UTO) düşük düzeyde destek veren İran, sonrasında Tacikistan İç Savaşı'na yönelik politikasını Rusya'nın müdahale politikasıyla uyumlu bir şekilde revize etmiştir. Tacik İç Savaşı'na ek olarak, Tahran, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki "Dağlık Karabağ" sorunu ve Rusya'ya karşı ortaya çıkan Çeçen isyanı gibi bölgede yaşanan diğer çatışmalarda da "İslami tarafı" açıkça desteklemekten kaçınmıştır. Dahası Çin-Uygur çatışmasında dahi İran'ın, ticari ilişkiler yürüttüğü Çin'i eleştirmekten imtina ettiği görülmektedir. Tüm bu vakalar göz önünde bulundurulduğunda, İran'ın, OA/TK bölgelerinde, kendisinin ana silah tedarikçisi olan ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) daimi üyesi olması sayesinde İran'ın uluslararası toplum ile arasında bir diplomatik kanal oluşturan Rusya ile olan ilişkilerini riske atmaktan kaçındığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, bu teze göre, İran'ın müdahaleci olmayan politikaları; ulusal çıkarları korumak ve devletin kendini idame ettirmesini sağlamak amacıyla OA/TK bölgesinde Rusya'nın peşine takılma (bandwagoning) politikası izlemeyi tercih ettiğini göstermektedir. Nitekim, İran, uzlaşmacı, yapıcı ve ihtiyatlı politikalar takip ederek Rusya'nın bölgedeki nüfuzu karşısında daha alt düzey, ikinci derecede bir siyaset benimsemektedir. Buna göre, Tahran, OA/TK ülkeleriyle sürdürülebilir ekonomik ilişkiler kurmayı, Şengay İşbirliği Örgütü (ŞİO) ve Ekonomik İşbirliği Örgütü (EİÖ) gibi organizasyonlara angaje olarak bölgeselciliği güçlendirmede rol sahibi olmayı ve çatışmalarda arabuluculuk yapmayı veya onları ülke içi meseleler olarak adlandırıp uzak durmayı bölge politikası olarak ön planda tutmaktadır. İran, Rusya'nın peşine takılma stratejisi izlerken OA/TK bölgelerinde vuku bulan ve ulusal çıkarlarına yönelik potansiyel bir tehdit oluşturan gelişmeler karşısında sorumluluğu Rusya'ya yükleme (buck-passing) politikasını takip etmektedir. Bu bağlamda, İran OA/TK'daki çatışmaları gücünü ve bölgesel nüfuzunu arttırma vesilesi olarak değil en az zararla bertaraf edilmesi gereken istikrarsızlık kaynağı olarak algılamaktadır. Dolayısıyla, İran güvenlik tehditleri karşısında, Rusya'nın "vagonuna" atlayarak sorumluluğu Moskova'ya yüklemektedir. Her ne kadar, Rusya, İran için potansiyel bir tehdit ve tarihi bir düşman olsa da, Tahran Rusya'ya karşı dengeleme strateji izlemeye güç yetirememektedir. Aksine, OA/TK'da ABD'nin bölge dışı hegemon olma hamlelerini durdurması için Rusya'ya güvenmektedir. "2010'lu yılların Orta Doğu'suna" gelindiğinde ise, küresel ve bölgesel aktörlerin dikkatini çeken şey hiç şüphesiz Arap Ayaklanmaları ve bunun bölgesel yansımaları olmuştur. Rusya, Arap Ayaklanmaları'nı Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan gibi eski Sovyetler Birliği ülkelerinde yaşanan renkli devrimlerden kazandığı deneyimler çerçevesinde betimlemiş; ABD öncülüğünde öncelikle Libya ve daha sonrasına Suriye'ye yönelik gerçekleşen uluslararası müdahaleleri sert bir dille eleştirmiştir. Özellikle ekonomik statüsünü güçlendirdikten ve eski Sovyet toprakları üzerinde nüfuzunu pekiştirdikten sonra Kremlin, Orta Doğu'da gerçekleşen olaylarla daha doğrudan bir şekilde ilgilenmeye başlamıştır. Bazı akademik çevreler bunu "Rusya'nın Orta Doğu'ya dönüşü" şeklinde tanımlamaktadır. Rusya'nın 2015 yılında Suriye İç Savaşı'na askeri olarak müdahil olması Beşar Esad rejiminin ve dolayısıyla İran'ın savaştaki pozisyonunun avantajına çok önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Rusya'nın Orta Doğu'ya dönüşü, en azından yakın vadede İran'ın bu bölgedeki çıkarlarına hizmet etmektedir. Rusya'nın politikaları, esas olarak İran'ın ABD ve bölgedeki müttefiklerinin gücünü dengeleme hamleleriyle uyum sağlamaktadır. Rusya, Batılı devletlerin "demokrasinin savunulması" şeklinde lanse ettiği rejim değişikliklerini başlatma veya en azından destekleme fikrine karşı çıkmaktadır. Zira, Kremlin ABD'nin Irak ve Afganistan işgalini ve NATO'nun Libya müdahalesini güçlü bir şekilde eleştirmiştir. Kısacası, Rusya Orta Doğu'yu üç farklı bakış açısıyla algılamaktadır. İlk olarak, ABD'nin kazançlarını kendisinin kaybı, kayıplarını ise kendisinin kazancı olarak gördüğü sıfır toplamlı bir jeopolitik bakış açısına sahiptir. İkinci olarak, bölgedeki ticari bağlarını ve yatırımlarını ön planda tutmaktadır. Son olarak, Rusya Orta Doğu'da yükselen radikalizmin kendi "yakın çevresine" sıçramasından endişe duyduğu bir güvenlik bakış açısı ile bölge gelişmelerine yaklaşmaktadır. Bu üç boyutlu yaklaşımı neticesinde, Rusya Suriye'de doğrudan Batı eliyle veya en azından Batı destekli bir rejim değişikliğine son derece karşı çıkmaktadır. Rusya için Esad rejiminin varlığını sürdürmesinden ziyade dış müdahale yoluyla rejim değişikliği fikri kabul edilemez görünmektedir. İran ise, ülke içindeki fraksiyon değişimleri ve siyasi eğilimlerden bağımsız olarak gelişen bir Suriye politikasına sahiptir. Yaklaşık olarak devrimden günümüze kadar gelen kırk yıllık süreçte İran, Suriye ile herhangi bir gerilemeye uğramamış sıkı bir ittifak portresi çizmiştir. Irak-İran Savaşı'nda dahi, Arap milliyetçiliğinin kalbi olan Suriye, Arap devleti olan rakibi Irak'a karşı İran'ı desteklemiştir. Dolayısıyla, Arap Ayaklanmalarını "İslami ayaklanma" olarak adlandırıp fırsatçı bir politika sergileyen ve bölgede revizyonist bir güç olarak tanınan İran, Suriye'deki çatışmalara yönelik statükoyu destekleyen ve Esad'ın varlığını kırmızı çizgi olarak benimseyen bir dış politika takip etmektedir. İran'ın Suriye politikasını bu yönde etkileyen pek çok faktör bulunmaktadır. Öncelikle, bölge ülkeleri tarafından uluslararası bir yalnızlığa mahkum edilen İran, Şam yönetimi ile sürdürdüğü uzun soluklu ittifakı büyük bir diplomatik zafer olarak görmektedir. Ayrıca, gerek Suriye gerekse Hizbullah ile kurduğu ittifakı ABD ve İsrail karşısında bir "direniş ekseni" olarak algılamakta, kurulan bu eksen sayesinde Levant ve Akdeniz bölgelerindeki stratejik derinliğini güçlendirmektedir. Suriye'de Esad rejiminin yerine gelecek körfez destekli bir iktidar, İran'ın, Suudi Arabistan ile yaşadığı bölgesel nüfuz mücadelesinde çok büyük yenilgi almasına neden olacaktır. Bu nedenle, ekonomik yüklerine ve nükleer kriz gibi önemli bir konuda uluslararası toplum ile müzakere etmeyi desteklemiş olan Hasan Ruhani'nin pragmatik ve itidalli hükümetine rağmen, İran Esad rejiminin desteklenmesine yönelik taahhüdüne bağlı kalmıştır. Buna göre, Suriye'deki çatışmaların en başından itibaren, İran, Suriye rejimine askeri, lojistik ve isyanla mücadele taktikleri konusunda danışmanlık yapması için İran Devrim Muhafızları Ordusu'na bağlı bir grup göndermiştir. Dahası, on binlerce İran askeri personeli ve Lübnan, Irak, Pakistan ve Afgan kökenlilerden oluşan sayıları 100 bine yaklaşan milis gruplarıyla savaş alanında oldukça aktif bir rol göstermektedir. Rusya'nın 2015 müdahalesi gibi, İran ve Hizbullah'ın sahadaki faaliyetleri Suriye İç Savaşı'nın Esad lehine dönmesinde son derece etkili olmuştur. Son tahlilde, Suriye krizi, Rusya ve İran'ın ortak bir safta yer almasını sağlamış, her iki ülke arasında stratejik bir ortaklıktan söz edilip edilemeyeceği konusunda tartışmaları beraberinde getirmiştir. Her iki ülke de bölgede Batı destekli rejim değişikliklerinden rahatsızlık duymaktadır, bu anlamda ortak bir tehdit algısına sahiplerdir. Bu nedenle, Suriye kartı her iki devlet için de önem arzetmektedir. Son gelişmeler ışığında İran ve Rusya arasında gelişen askeri, siyasi ve diplomatik işbirliği ve koordinasyon Amerika sonrası (Post-America) Orta Doğu'sunda Arap Ayaklanmalarının ardından en önemli gelişmelerden birisidir. Rusya ile yakın ilişkiler İran için çeşitli birçok sebepten dolayı önem taşımaktadır. Öncelikle, bağımsızlığına yönelik dış müdahaleler ve kontroller nedeniyle tarihsel anlamda öfkeli olan ve Suriye İç Savaşı'ndan sonra ABD'nin "şer ekseni" olarak adlandırdığı ülkelere karşı verdiği savaşın bir sonraki hedefi olmaktan endişe duyan İran; Rusya'nın çok kutuplu dünya sistemini savunmasından ve ABD'nin Orta Doğu'daki tek taraflı önleyici hareketlerine karşı çıkmasından memnuniyet duymaktadır. Moskova'nın BMGK bünyesinde Suriye Beşar Esad rejimini hedef alan kararları veto etmesine fırsat veren güçlü pozisyonu, Rusya'yı İran için cazip bir ortağa dönüştürmektedir. Esad rejiminin geleceği hakkındaki bazı görüş farklılıkları ve Rusya'nın bölgede sadece ABD'nin hasımlarıyla değil aynı zamanda Suudi Arabistan ve İsrail gibi ABD müttefikleriyle de dengeli ve dostane ilişkiler yüretme arzusuna rağmen; Tahran ve Moskova bölgesel konularda stratejik anlamda ölçülü pragmatik bir ortaklığa sahiptir. En azından kısa vadede, birbiriyle uyumlu politikaları iki ülkeye de karşılıklı olarak yarar sağlamaktadır. Ne var ki, Rusya-İran ilişkileri yalnızca ikili ilişkilerden ibaret değildir ve üçüncü tarafların müdahaleleri, bölgesel ve uluslararası koşulların sağlayacağı yeni unsurların etkisinde kalabilir. Neticede, Suriye ve Orta Doğu, İran'ın stratejik düşüncesinde ve güvenlik hesaplamalarında OA/TK bölgesi ve Tacikistan'a kıyasla çok daha geniş bir yer tutmaktadır. Kısmen bu farklı stratejik algı ve hesaplamalar nedeniyle, İran, ulusal çıkarlarını korumak amacıyla Orta Doğu'da ABD, İsrail ve Suudi Arabistan'a yönelik dengeleme stratejisi izlemektedir. Irak'taki Saddam Hüseyin rejiminin düşmesi sonucu oluşan güç boşluğunda İran'a yakın politikacıların siyasi arenada güç sahibi olması, Afganistan'da Taliban'ın etkisini kaybetmesi, Hamas ve Hizbullah'ın İsrail'e karşı elde ettiği başarıları Arap toplumu arasında kazandığı yumuşak gücüyle pekiştirmesi, Fars Körfezi'nde Bahreyn ve Yemen gibi ülkelerde, Suudi Arabistan'ın bölge politikalarını zora sokan çatışmaların ortaya çıkması ve ABD'nin, Orta Doğu politikalarının maliyetli başarısızlıkları neticesinde bölgeden nispeten çekilmesi gibi fırsatlar karşısında; İran, kendisini Fars Körfezi'nin doğal bir lideri ve Orta Doğu'da bölgesel bir güç olarak yeniden tesis etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle, Orta Doğu'daki bölgesel baskı ve fırsatları değerlendirerek oluşan güç boşluklarını daha iddialı ve hatta agresif politikalar izleyerek doldurmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla, İran Suriye ile olduğu üzere uzun soluklu ittifakları, Hizbullah ile olan bağları, farklı ülkelerden oluşan paramiliter ve milis gruplar ile sürdürdüğü dikkate değer işbirliği ağı vasıtasıyla stratejik derinliğini güçlendirerek ABD ve bölgedeki hasımlarına karşı dengeleme politikası izlemektedir. Bu bağlamda, müttefiklerinin bertaraf olmasını görmeyi göze alamamaktadır. İran, bu noktada, Suriye İç Savaşı gibi bölgesel çatışmalara karşı "prangalanma /chain-ganging" ittifak modelini takip etmektedir. Bu nedenle kendi rejim güvenliğini, ittifaklarının bölgedeki güvenliğine sıkı bir şekilde bağlamaktadır. Özetlemek gerekirse, coğrafi ve siyasi anlamda iki farklı bölgesel sistemin önemli bir parçası ve rasyonel bir aktör olan İran; öncelikli olarak en önemli amacı olan rejim idamesini sağlamak için maliyetleri hesaplayarak sahip olduğu avantajlardan istifade etmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, Orta Doğu ve Orta Asya/Transkafkasya politikaları arasında önemli farklılıklar yer almaktadır. İran'ın söz konusu politika ayrışmasında en önemli belirleyi faktörlerden birisi Moskova ile olan ilişkileri ve "Rusya faktörü"dür.
Iran and Russia are two important actors that not only have been affected by but also have considerable impacts on the developments in different regional systems such as Eurasia, Central Asia, Transcaucasia and the Middle East. Having a long history with an abundant cultural, civilizational and social heritage as well as considerable material power in terms of military, demography and surface area, both Iran and Russia are viewed as transit points between the civilizations and considered as powerful states encompassing a vast sphere of influence. Thus, the regional developments such as inter-state wars and civil wars prompt both states to compose appropriate foreign policies in order to survive in the most advantageous position with minimum losses. Tajik Civil War that broke out in Central Asia immediately after the Soviet demise (1992) and Syrian Civil War at the heart of the Middle East directly affected Iran and Russia albeit in differing degrees. This thesis examined the importance of "Russia factor" on Iranian foreign policy and its relevance while determining the differences between Tehran's approaches towards two regional systems where Iran densely interacts with the other actors: The Middle East and Central Asia/Transcaucasia. To explore the two case studies, Tajik and Syrian Civil Wars and their impact upon the Iran-Russia relations, I adopted Neorealism as a theoretical framework. While comparing these two cases' influence on the foreign policy agenda of Tehran, the thesis acknowledges the existence of methodological problems and the difficulty of comparing the intricateness of the power dynamics in the Tajik and Syrian cases. The Tajik and Syrian civil wars occurred in two different time frames – the former in 1990s and the latter after 2011 and in different international conditions – Tajik civil war in the Russian backyard immediately after the Soviet demise with an ambiguous post-bipolar world order and Syrian civil war following the Arab Uprisings in the "post-American Middle East" in a relatively multi-polar world order. Internally as well, the Syrian case has a longer history of modern state formation since 1946 and a longer and fiercer struggle against imperialism which has widen the gap between loyalty to the state identity and supra-state as well as sub-state identities. On the other hand, Tajikistan gained its independence in the nearer past and without an intensive fight for sovereignty compared to Syria. Moreover, the clash between state, supra-state and sub-state identities is much more smother in Tajikistan. Yet again, both Syria and Tajikistan, distinctly from other states in their regional systems, experienced a rare phenomenon "civil war" and went through and continue to go through bloody conflicts among a host of internal actors with external meddling. Although differences -which may even exceed the similarities-exist between two cases, a comparative approach and assessment of these two cases' importance in the eye of Iran as well as their impact on Iran-Russia relations would hopefully contribute to develop a more insightful analysis in regard to the Iranian foreign policy approaches towards the Middle East and Central Asia/Transcaucasia. Both Syria and Tajikistan stand as microcosms of their regions and have a potential to guide further region-wide analyses thanks to their cases' correspondence with the region-wide conditions. In summary, my aim is not to draw a picture with full of similarities between Tajik and Syrian cases and reach a clear—cut analysis about Iran-Russia relations. In contrast, I aim at performing elaborative explorations via learning from both differences and similarities as not only similarities but also differences are worth exploring in comparative studies. Iran's approach to the Tajik and Syria civil wars bear resemblance with its foreign policy approaches towards the Central Asia/Transcaucasia (CA/TC) and the Middle East. Yet, although Iran pursues different and even contradictory approaches towards each civil war; these approaches, far from jeopardizing its relations with Russia, even enhance the collaboration and dialogue between Tehran and Moscow. In this thesis, departing from these two cases, Tehran's foreign policy towards CA/TC and the Middle East will be discussed with a reference to the policy differences and the reasons behind them and the significance of "Russia factor" on Iran's foreign policy will be handled consequently. By using the term "Russia factor", the thesis not only refers to Russia's existence in CA/TC as a regional hegemon with an extensive influence but also its policies in the Middle East- which directly or indirectly favors Iran's regional position and assertive policies in this region. Moreover, I acknowledge the limitations of Neorealism's theoretical boundaries. However, it is also correct that Neorealism, as one of the oldest and most prominent IR theories with its conceptual tools, supplies consistent analyses for foreign policy and international relations. Therefore, the reason of my selection of Neorealism is to maintain an academic and consistent analysis within the boundaries of one of the most important theoretical approaches in the International Relations (IR) discipline. Indeed, Neorealism and its conceptual tools such as power, international system as anarchy, balancing, bandwagoning, chain-ganging, buck-passing possess a significant capacity and explanatory power about the foreign policy and inter-state relations. However, the thesis does not intend to provide an exclusionary approach and underestimate the power of other IR theories, which greatly contribute to the discipline and supply multi-layered, multi-dimensional and stimulating analyses. Therefore, while applying Neorealism in my analysis; on the one hand, I incorporate the prominent Neorealist sources from the chief representatives of this approach such as Kenneth Waltz and John Mearsheimer. On the other hand, I refrain from overemphasizing the role of international system-level determinants. For instance, while exploring the Syrian and Tajik cases, the foreign policies of Iran and Russia and their approaches towards the two cases and wider-regions, I try to understand the analyses regarding state formations and incorporate state, sub-state and supra-state levels as well. Not only the systemic variables but also the domestic conditions are laid out in the thesis as seen in the explanations about the domestic factors and state structures leading to the Tajik and Syrian civil wars, the factions and political tendencies in Russian and Iranian policy arenas. Moreover, the thesis acknowledges the criticisms against the limitations of Neorealism such as its "ahistorical tendency" and assumptions of states systems as unchanging. Again, the thesis explains the historical legacy in the Middle East and CA/TC, the role of imperial legacies of the USSR in CA/TC and Western powers in the Middle East by pushing the limits of Neorealism but without diminishing the theoretical consistency. In short, to compensate the limitations, the thesis incorporated certain multi-layered explanations based on historical, domestic, economic, state, sub and supra-state levels. Hence, the behaviors of the states mentioned in the thesis are not portrayed as "actors responding chiefly to system-level determinants". Without doubt, the analyses with other theories of Iranian foreign policy as well as Tehran-Moscow relations would shed lights on what has not been told and thus open up new horizons. Yet, this is beyond the scope of this thesis and it would be very opportune if this study could point the way for further scholarly researches in this field the future. This thesis employs a qualitative analysis in order to present the historical information and support the arguments raised. While conducting the study, appropriate data composed of both primary and secondary sources is sorted out and analyzed. The thesis makes an extensive use of academic books, journal articles, the analyses of research institutions, news reports. The documents are mostly composed of English language sources as well as a significant number of Turkish language sources. The government documents such as Russian foreign policy and security concepts, the statements of Russian and Iranian policy-makers are also integrated into the thesis. As a result of insufficient language skills both in Persian and Russian, the English translations of the original sources as well as the English materials belonging to native (Russian and Iranian) scholars are benefited. The thesis underlines the significance of "Russia factor" and explores its impact on Iranian foreign policy projects towards the Middle East and Central Asia/Transcaucasia by applying an inductive method. In this sense, I tried to reach broader region-wide analyses by moving from the two case studies. "Russia factor" defines not only Moscow's desire to prioritize the former Soviet territories in its national interests' agenda but it also refers to Russia's presence in the Middle East as a counterbalancing power against the US status as an extra-regional hegemon, which somehow contributes to Iran's attempt to consolidate its power as a regional power. In the thesis, I implemented a comparative research and compared Iran and the Middle East as well as Iran and CA/TC in terms of historical legacies, regional opportunities, regional constraints and their reflections on Iran's foreign policy all together. The thesis consists of six main chapters. Chapter one composes of an introductory passage of the study with proving an overview of the literature about Russian-Iranian relations and a summary of the thesis' argument. Chapter two covers the theoretical framework and explains Neorealism with a discussion of its arguments and counter-arguments raised by other theories. Chapter two begins with the great debates in International Relations (IR) academic discipline, continues with a comparison between classical realism and neorealism. The concept of anarchy as the main feature of the international system based on self-help strategy and the feature of alliances and the agency-structure dichotomy are examined. Moreover, the concept of power, balance of power, the reasons and nature of competition and cooperation are defined. The differences between offensive and defensive Neorealist arguments are clarified. Within the chapter two, there is also a detailed reference to the Iranian foreign policy in order to exemplify the above-mentioned concepts from Neorealism. Chapter three handles the first case, the Tajik Civil War. Firstly, the historical background is explained for the civil war in Tajikistan. Then, the factors leading to the war are laid out with a subsequent explanation of the conflict situation. Accordingly, Russian and Iranian foreign policies in 1990s are analyzed in a detailed way by touching upon their particular reactions towards the Tajik Civil War. Chapter four deals with the second case, the Syrian Civil War. Likewise the first case, it discusses the historical background, the factors and the conflict situation of the Syrian case. At this time, Russian and Iranian foreign policies in 2000s and their particular reactions towards the civil war in Syria are analyzed. In chapter five, based on the two cases in the previous chapters, broader inferences are made about the nature of Iranian foreign policy projects towards the Middle East and Central Asia/ Transcaucasia regions. These Iranian foreign policy projects are discussed with a comparative approach. Within the parameters of Neorealism, the similarities and contrasts between Tehran's foreign policy towards two distinct regional system and the factor creating these similarities and contrasts will be discussed in a detailed way. In the introductory section, Tehran's geopolitical significance with its advantages and disadvantages is examined. Then, for each region the Middle East and Central Asia/Transcaucasia; the historical legacy, regional opportunities, regional restraints and the results in the form of Iranian foreign policy will be explained. Consequently, the role of "Russia factor" on Iran's foreign policies will be assessed. Lastly, Chapter six is composed of conclusion remarks. As is known, after a short period of hesitance following the Soviet demise, Russian Federation declared its "near abroad" doctrine in 1993, which defined the former USSR geography as a vital sphere of influence for its social, political security and economic interests. In order to prevent its decline, Moscow felt obliged to regain and protect its upper-hand in its "near abroad" and maintain stable relations with the actors here. This policy generally evolves around the prescriptions of Euroasianism following the shortcomings of pro-Western policies in the face of growing NATO enlargement into the former Soviet region. Tajik Civil War, erupted in 1992 and lasted five years, both affected and was affected by Russia's "near abroad" doctrine. After a short period of disinterest, the Kremlin intervened into the conflict in Dushanbe in order to prevent a domino effect of instability around its borders. Tajikistan constitutes a buffer zone between the former Soviet territories and Afghanistan. The increasing power vacuum accompanied with rising criminal activities throughout the border compelled Russia to consolidate its control over the course of the civil war and to support a pro-Moscow regime in Dushanbe. All in all in line with the Neorealist argument, Russia, in a self-help world in which anarchy defines the conditions, felt acutely sensitive against a potential threat near its borders and intervened into the Tajik Civil War by supporting Emomali Rahmon. While Moscow was prioritizing its "near abroad" policy during the course of the Tajik Civil War, Tehran was redesigning its foreign policy as a result of its eight year-long war with Iraq in its west and south and the Soviet demise creating a power vacuum in its north. In this sense, the civil war in Tajikistan coincides with Iran's so called "de-ideologization" process in its foreign policy after the death of Ayatollah Khomeini and the end of war with Iraq. The necessity for economic reconstruction inside the country compelled Tehran to follow its national interests more strictly rather than promoting ideological values that had been advocated in the heady days of the Revolution. The growing US military presence in the Persian Gulf and its unilateral decisions to intervene into the conflicts in the Middle East as seen in the Gulf War proved that the conditions in the region is far different from the conditions of bipolarity during the Cold War. Bearing in mind the regional constraints in the Middle East, Tehran perceived the developments in Central Asia/Transcaucasia as an opportunity to end its international isolation and diversify its economic and diplomatic relations. The Soviet legacy with a secular government tradition, the US' attempt to penetrate into Central Asia and Transcaucasia, the insufficiency of Iran's material capability in the face of Russian control and the lack of historical enmity between Iran and newly emerging countries as opposed to its adversaries in the Gulf all forced Iran to follow more constructive, non-interventionist policies towards Central Asia and Transcaucasia. Upon its initial attempts to support the United Tajik Opposition, Tehran revised its policies towards the Tajik Civil War in line with Russia's policies. In addition to Tajik case, Tehran has refrained from supporting the "Islamic" side in the regional conflicts such as Nagorno-Karabakh conflict and the Chechen insurgency. In all these cases, Iran avoided risking its relations with Russia, one of its main arm supplier and diplomatic channel. Altogether, according to the thesis; its prudent policies proved that Tehran has preferred to show a loose type of bandwagoning with Russia as a way of survival and opted for following conciliatory, non-interventionist, prudent policies and prefer playing second fiddle in the face of Russia's power. Tehran prioritizes establishing sustainable economic relations with CA/TC countries, acts to strengthen the regionalist agenda and helps to mediate the conflicts or keeps aloof with perceiving them as domestic issues. While following bandwagoning strategy, Iran left the responsibility to Russia in the face of the threatening developments in Central Asia/ Transcaucasia, which could be defined as "buck-passing" alliance pattern. To this regard, Iran perceives the conflicts in CA/TC not as means of accumulating power and influence but a potential source of instability that needs to be eliminated with the lowest cost. Therefore, Tehran jumps to Russia's wagon and passes the buck to Moscow vis a vis the security threats. Even though Russia is a potential threat and a historical enemy, Tehran could not afford to adopt balancing strategy against Moscow. On the contrary, it counts on Russia to bear the costs of stopping the extra-regional hegemonic claims of the US in CA/TC. When it comes to the Middle East in 2010s, what captured the attentions of the extra-regional and regional states were the Arab Uprisings and its regional repercussions. Russia framed the uprisings from its experience with the color revolutions and faced the Western interventions into Libya and later Syria with caution and harsh criticism. After consolidating its economic status and grip around its borders, the Kremlin began to deal with the developments in the Middle East more directly, which is called by some scholars as Russia's return to the Middle East. Its intervention into the Syrian civil war in 2015 marked a significant reverse for the benefit of Assad regime and thus Iran's position regarding the war. At least for the short run, Russia's return to the Middle East serves to Iranian interests in the Middle East. Russian policies mainly converge with Iranian attempts to counterbalance the US and its allies' power. Russia has opposed the idea of regime changes with the initiative or at least the support of the Western states' so called democracy promotion. Hence, the Kremlin objected the US' invasions of Iraq and Afghanistan as well as NATO's intervention into Libya. Iran, being historically furious about the external controls over its sovereignty and occupied with the fear of becoming the next target of the US' war against the 'axis of evil' following the Syrian civil war, welcomed Russia's advocacy of multipolar world system and its opposition to the US' unilateral actions in the Middle East. Moscow's position in the UN Security Council which enabled veto power against the decisions regarding the Syrian regime turns Russia into an appealing partner for Iran. Despite some certain divergences on their views about the future of Assad regime and Russia's desire to develop balanced relations with not only the US' enemies but also US-allies in the Middle East such as Israel and Saudi Arabia; Russia and Iran have been following a strategically calibrated pragmatic partnership in the regional affairs. At least, in the short run, their convergent foreign policies seem mutually beneficial. However, Russia-Iran pragmatic relations are not completely based on bilateral terms and could be overshadowed by the factors provided by the regional and international conditions and the third party interventions. All in all, Syria and the Middle East have always covered an extensive area in Iranian strategic thinking and security calculations more than CA/TC and Tajikistan. Partly due to this distinct strategic thinking and security calculations, in the Middle East, Iran finds balancing strategy against the United States, Israel and Saudi Arabia more applicable in its attempts to protect the national interests. This thesis argues that in the face of regional developments such as the toppling down of adversary Saddam regime in Iraq, the fall of Taliban in Afghanistan, success of Hamas and Hezbollah against Israel, the rise of Tehran's soft power, the conflict in the Gulf such as the cases Bahrain and Yemen that challenges Saudi Arabia and the decline of the US power partly derived from the costly failures in its Middle East policies; Iran tries to re-assert itself as a natural leader in the Persian Gulf and regional power in the Middle East and endeavors to fill the power vacuum with more assertive and even aggressive policies. Therefore, Iran follows a balancing strategy against the US and its regional allies in the form of strengthening its strategic depth via its long-enduring alliance with Syria, ties with Hezbollah, its noteworthy network with paramilitary and militia groups from various states. In this regard, it could not afford to see the destruction of its allies and thus follows a "chain-ganging" alliance pattern towards the regional conflicts such as Syrian Civil War. To sum up, Iran, being geographically and politically a significant party of two distinct regional systems, preeminently tries to exploit the benefits it possesses by calculating the costs with the ultimate aim of maintaining the state survival. In this sense, it follows distinctive foreign policies regarding the Middle East and CA/TC. Tehran's partnership with Moscow and "Russia factor" is one of the most significant determinants of Iran's foreign policy changes.