Tez No | İndirme | Tez Künye | Durumu |
53033 |
Bu tezin, veri tabanı üzerinden yayınlanma izni bulunmamaktadır. Yayınlanma izni olmayan tezlerin basılı kopyalarına Üniversite kütüphaneniz aracılığıyla (TÜBESS üzerinden) erişebilirsiniz.
|
Geç dönem Osmanlı gümüş sanatı / Late period Ottoman silver art Yazar:ELİF KORTEL (VULAŞ) Danışman: PROF.DR. NURHAN ATASOY Yer Bilgisi: İstanbul Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü Konu:El Sanatları = Crafts ; Sanat Tarihi = Art History Dizin:El sanatları = Handicrafts ; Gümüş = Silver ; Gümüş sanatı = Silver art ; Madenler = Mines ; Osmanlılar = Ottomans |
Onaylandı Yüksek Lisans Türkçe 1996 170 s. |
- 49 ÖZET Osmanlı devletinin 18.ve 19. yüzyıllarda topraklarında bulunan gümüş madenleri, Anadolu ve Rumeli Eyaletleri olarak ikiye ayrılıyordu. Anadolu ' da bulunan gümüş madenleri başta Gümüşhane olmak üzere, İnegöl, Ergani, Keban, Maraş ve Merzifon, Rumeli ' dekiler ise Sidrekapsi, Novoberde, Kratova, Samakov ve Serebreniçe idi. Ayrıca Taşoz adası ve Şirvan ' da da gümüş madenleri vardı. Mukataa usulü ile işletilen madenler, belli intizamlara bağlı idi. Bunların başında madenin çevresindeki halkın bu madenlerde belli bir ücret karşılığında çalışması ve bunun karşılığında da bütün örfi vergilerden muaf tutulmaları geliyordu. Çıkarılan yıllık gümüş miktarının beşte biri devlet tarafından satın alınıyor, kalanı madende çalışan halka, maden eminine ve kadıya kalıyordu. Oldukça masraf gerektiren maden işletimi özellikle 19. y.y. da duraklama göstermiş, bu sebeble yeni bir maden kanunu çıkartılarak, madenleri kişi ve özel şirketlere kiralama yoluna gidilmiştir. Ancak özel teşebbüsler de kimi zaman bu masrafın altından kalkamamışlar ve çoğu maden bu yüzden kapanmıştır. Madenler çıkartılan gümüş, yerinde kesilip, akçe olarak devlete gönderilmekteydi. Bu nedenle madenlere yakın yerlerde darphaneler kurulmuşdur. Ancak en önemli darphane İstanbul darphanesi idi. İlk darphane bugün Bayezıt ' ta İl Halk Kütüphanesi olan eski simkeşhane binası olup, 1655 ' ten sonra Topkapı Sarayı birinci avlusuna taşınmıştır. Bu darphaneye Anadolu ' dan altın, gümüş ve bakır gelirdi. Rumelideki madenlerden çıkartılan gümüş oradaki darphanelerde kesilirken, I. Mahmud ' tan sonra bu usûl değiştirilmiş ve para başımı Mısır, Trablus, Cezayir dışındaki yerlerde yasaklanmıştır. Osmanlılarda darphane iltizam usulü ile işletilirdi. Süresi üç yıl olan iltizamı alacak kimse çıkmazsa, darphane devlet tarafından işletilir, alacak biri çıkınca iltizama verilirdi. Darphane emini tarafından yönetilen darphanede, teknik elemanların ücretleri, sikkenin tartı ve ayarından sorumlu sahib - i ayar tarafından belirlenip ödenirdi. Devlet emrinde gümüş ve sırma işleyenlerin çalıştıkları yer olan simkeşhaneye- 50 - de gümüş darphane tarafından gönderilirdi. Vakıf usulü ile idare edilen simkeşhanenin amiri de darphane emini idi. Osmanlı devletinin duraklama döneminden itibaren bir takım ekonomik sıkıntılar baş göstermiştir. IV. Murad zamanında iyice artan bu ekonomik kriz ile ilk kez bu padişah döneminde para sağlanması için saraydaki altın ve gümüş eşyalar darphaneye verilip eritilerek para kesilmiş böylece geçici bir rahatlama sağlanmıştır. Sonraki padişahlar döneminde de bu yola sıkça başvurulmuş, hatta saraydakilerin yanında halkın elinde de bulunan altın ve gümüş eşyalar toplatılmıştır. Bunun için altın ve gümüşün kullanımının dinen yasak olduğuna dair Şeyhülislamdan fetva bile alınmıştır. Kur ' an da değerli madenlerden yapılmış mücevher ve eşya kullanımının yasak olduğu belirtilmişse de bu yasağa özellikle de saray çevresinde pek uyulmamıştır. Son derece itinalı bir işçilikle yapılan gümüş eserleri Osmanlı yaşantısında sıkça görmekteyiz. Yapımı belli kurallara bağlı olan tabii olan bu gümüş eserler de gördüğümüz en önemli özellik üzerlerindeki tuğra ve " gerçektir " anlamına gelen " sah " damgasıdır. Darphanede ayar kontrolü yapıldıktan sonra bu damgaların vurulması zorunlu idi. Ancak Anadolu1 da her yerde darphane olmadığından bu kural orada geçerli olamıyordu. Halkın birçok kereler yanılgılara düşmesine ve mağduriyetlerine neden olan bu durum üzerine Anadolu ' da da ayar kontrol merkezleri açılmaya başlanmıştır. Osmanlı sanatında en çok gördüğümüz geleneksel formlar aynalar, leğen ve ibrikler, buhurdan ve gülabdanlar, kahve takımları, hamam takımları, şamdanlar, kandiller, divitler, hokka takımları, siniler, kutular, sahanlar, kaşıklar idi. 18. yüzyıldaki Avrupa etkileri formlara da yansımış ve birtakım yeni formlar Osmanlı yaşantısına girmiş yada geleneksel olanlar şekil değiştirmiştir. Tatlı ve dondurma takımları, sekerlikler, çerezlikler, enfiye kutuları ve sigara tabakaları, bonboniyer, çay - kahve takımları gibi yeni formların yanında geleneksel olan siniye bu yüzyıllarda sap eklenerek tepsi formuna sokulduğunu görmekteyiz. Yine bu yüzyıllarda formlardaki değişimlerin yanında gümüş işleme ve süsleme tekniklerinde de yenilikler görülmektedir. 1743 ' te İngiltere ' nin çelik merkezi olan Sheffield ' da bir bıçakçı ustasının bulduğu " Sheffield tekniği " bakırın gümüşle kaplanması esasına dayanıyordu. Bir kaplama tekniği olan bu teknik, bakır bir külçenin etrafına gümüş levhanın sarılıp- 51 - ısıtılması ile yapılıyordu. Sheffield tekniği ile pahalı bir maden olan gümüş, her kesime yayılmaya başlamıştı. Aslında zemin bakır idi ancak görünüş itibariyle hakiki gümüşten hiçbir farkı yoktu. 1 880 ' de İngiltere Birmingham ' da bulunan Electro - plating tekniği ise Sheffield ' m geliştirilmiş şekli idi. Yine bakırın üzerinin gümüşle kaplanma esasına dayanan bu tekniğin Sheffiled ' dan farkı, kaplamanın tamamen elekrik yoluyla yapılması idi. Electro - plating tekniğinin bulunmasından sonra Sheffield tekniği tamamen terk edilmiş ve bu yeni teknik tercih edilir olmuştur. Günümüzde de bu teknik devam etmektedir. Dış görünüş açısından hakiki gümüşten hiçbir farkı olmayan bu tip eserlerin ayırd edici özelliği altlarında gümüş kaplama olduğunu belirten " silver plate " yazısının yazmasıdır. İngiltere kaynaklı bu işleme tekniklerinin yanında bir de 1875 ' de Fransa ' da Aznavur isimli ermeni bir gümüş ustasının bulduğu teknik vardır. Aynı yüzyılda İstanbul ' a da gelen bu teknik Aznavur tekniği olarak bilinmektedir. Şekil verilmiş eserler bu tekniğe mahsus olan makinaya sokularak, değişik bıçaklar yardımıyla gövdeleri eşit aralıklı zikzaklarla süslenirdi. Bu teknikle yapılmış bir çok eseri bugün özel kolleksiyonlarda bulabilmekteyiz. Bugün gümüş yapımında Avrupa ülkeleri ve Amerika tamamen makinalara dayalı seri üretime geçmiştir. Biz de ise halen eski usûl yani ustaların eserleri tek tek elde yapımı sürmektedir. Tarihin çok eski dönemlerine dayanan dövme ve döküm tekniklerinin yanında Osmanlılarda da görülen lehimleme, perçinleme, telkari, savat, kakma, kazıma, cilalama teknikleri halen Kapalıçarşı Kalcılar Han ' daki gümüş atölyelerinde devam etmektedir. | |||