Tez No İndirme Tez Künye Durumu
389405
Kamusal alanın üretimi: Taksim meydanı / Production of public space: Taksim square
Yazar:BİRGE YILDIRIM
Danışman: PROF. DR. ARZU ERDEM
Yer Bilgisi: İstanbul Teknik Üniversitesi / Fen Bilimleri Enstitüsü / Peyzaj Mimarlığı Bölümü / Peyzaj Mimarlığı Ana Bilim Dalı
Konu:Mimarlık = Architecture ; Peyzaj Mimarlığı = Landscape Architecture
Dizin:Cumhuriyet Dönemi = Republican Period ; Kent meydanı = Urban square ; İstanbul-Taksim Meydanı = İstanbul-Taksim Meydanı
Onaylandı
Doktora
Türkçe
2014
182 s.
Taksim Meydanı Türkiye'nin kültür üretiminin temsili sahnesi olarak Cumhuriyet'in modernlik projesinin başlangıcından bugüne özellikle kamusal alan tartışmalarının ve kamusal alanda faklı söylem gruplarının çatışmalarının merkezindedir. Meydan günümüzde farklı hükümetlerin ideolojilerinin, kullanıcıların ve kaçınılmaz olarak global sermaye piyasasının temsillerinin bir bütünü olarak karşımıza çıkar. Tez çalışması, meydanın nasıl temsiliyet kazandığı ve bu temsiliyetler doğrultusunda sosyo-ekonomik, fiziksel ve politik olarak nasıl dönüştüğünü incelerken kamusallık halinin nasıl aşındığını tartışır. Taksim Meydanı'nın bir yüzyıllık hikâyesi, Türkiye'de kamusal alanın inşasının, çeşitli ideolojiler doğrultusunda temsiliyet kazanarak aşındırılmasına dair çarpıcı bir örnek teşkil eder. Tez, Taksim Meydanı ve çevresini içeren sınırlı bir coğrafi bölgenin yüzyıllık kentsel dönüşümünü incelese de sosyal, politik, ekonomik olarak zaman mekân bağlamında daha geniş bir coğrafyayı kapsar. Gezi olayları ile gündemde olan Taksim Meydanı ve kamusal alan meselelerine yeni bir yaklaşım getirmeyi hedefleyen bu tez, Taksim Meydanı üzerinden Türkiye'de kamusal alan kavramını irdeleyerek, alternatif sözler üretir. Çalışma, belge taraması ile literatürde bulunmayan tarihsel verileri ortaya çıkartarak Taksim Meydanı'na dair anlatılara yeni odaklar oluşturur. Bu çalışma mevcut kamusal alan söylemlerine alternatif, kamusallık tanımları ve kullanım örüntüleri tespitleri ile Taksim Meydanı üzerinden bir anlatı olarak mevcut literatüre eklemlenebilir. Cumhuriyet'in ilanı ile Taksim'e inşa edilen yeni kamusalın üretimi aşkın bir tutkunun kentte vücut bulmasıdır. Türkiye deneyiminde çağdaşlaşmak veya modernlik durumu tepeden inmeci bir modernleştirme ile gerçekleşir. Modernleşmenin Türkiye'de kent mekânında, mimarlık ve planlama disiplinlerinde biçimsel temsiliyetler ile bedenselleşmesi ve kent mekânının Osmanlı/İslam geçmişinden arındırılması için büyük kentsel dönüşümlere girişilir. Modernleşme projesi çerçevesinde kamusal alanlar sağlıklı, çağdaş toplumun geliştirilmesi için temsili bir araca dönüşür. Kamusal alan üretildiği gibi kullanım kitapçığı da beraberinde ilan edilir. Kullanıcılar tariflenir. Kamusal alana seküler hayatın getirdiği "özgürlük" yeni kapanmalar ile ince ince işlenir. Fiilin ardında yaptırımı olan kitle, siyasi erk ve modernleştirici aydınlanmış elit, halka seçili kültür ve davranışları kabul ettirir. Çağdaşlaşmayı, Batılılaşma ile bir tutan ve seçmeci bir yaklaşımla bütünsel olarak değil sınırlandırılmış biçimi ile kabul eden zihniyet, Türk modernleşmesinin sınırlarını belirler. Açılmaya zorlanarak, tersine kapanan kamusal alan, ulus devletin milliyetçi söylemleri doğrultusunda etnik, dini, kültürel tüm farklılıklardan arındırılır. Arındırılamayanlar ise yeniden biçimlendirilerek Cumhuriyet'in kamusalından dışlanır. Azınlıkların kozmopolit Taksim'i bu operasyonla temizlenir ve meydanın "kozmopolit olma" hali gündelik hayattan çalınarak, bir sıfat tamlamasına dönüşür. Taksim Meydanı'na Cumhuriyet Anıtı'nın yapılması, bir kentsel dönüşüm hikâyesinin başlangıcı olur. Kentsel toponimide yaşanan değişim yani Taksim'in Talimhane Meydanı'nın imara açılmasının ardından yeniden bir meydana kavuşarak isminin de Taksim Cumhuriyet Meydanı olarak ilanı, kentin kalbinde siyasi erkin çeşitli ideolojiler doğrultusunda bir yüzyıl boyunca gerçekleştirdiği gelişigüzel boşaltma halinin yeni ismidir. Anıt ve çevresinde şekillenen meydanın fiziksel dönüşümü anıt ekseninde şekillenirken, Topçu Kışlası'nın ahırları ile başlayan yıkım süreci, Kışla'nın kendisinin yıkımı ile sürer. Ardından Kristal Gazinosu yıkılır ve meydan fiziksel ve sosyal bir bileşenini daha yitirir. Tarlabaşı Bulvarı'nın açılması ise bölgede sosyolojik bir dönüşüm hikâyesinin başlangıcıdır. 20. yüzyılın ikinci yarısında çok partili sisteme geçiş ile kamusal alan, özgürlük ve din tartışmaları gündemdedir. İktidarın değişmesi ile Taksim'de din temsiliyet kazanır. Gündeme gelen Taksim Camii tartışmaları yeni bir ideolojik savaşım/kutuplaşma alanı olarak ortaya çıkar. Taksim'e bir caminin inşası fikri ile gerçekleşen kutuplaşma, temsiliyet mantığının kamusal alanı sahiplenmedeki rolünü ortaya koyar. Cami tartışması ile Taksim'de neoliberalizmin kentleşmesine paralel olarak din sermayeleşir. Cami tartışmaları AVM+cami kompleksi ekseninde sürerken, neoliberal politikalar çerçevesinde İstanbul dünyanın önemli finans ve turizm merkezi olma yönünde ilerler. Bu doğrultuda Tarlabaşı Bulvarı'nın açılmasının ardından, 2000'lerde Tarlabaşı 360 ve Taksim Yayalaştırma Projeleri kapamında ikinci bir temizlik operasyonu ile Tarlabaşı monokültürel kent peyzajına katılır, tarihi mirası ile sermayedarlar için cazip bir yatırıma dönüşür. Kentin uluslararası tanınabilirliğine yönelik, siyasi erkin mecburi gördüğü "sorunlarından arındırılmış imgesi" için projelendirilen, Taksim Yayalaştırma Projesi, meydanda gerçekleşen mekânsal boşalmanın son ayağıdır. Proje, siyasi erkin Taksim üzerinden mekânsal darbesidir. 77, 1 Mayısı'nın ardından Recep Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı döneminde cami tartışmaları içinde gündeme gelmiş olan proje, meydana ulaşımı yayalar için imkânsız kılarken, kentsel direnişleri bastırmanın yeni yöntemini tarifler. Bu proje ile Taksim'de yapılan transit altgeçitli bağlantı yolları ile meydan, çevresinden soyutlanarak beton bir kent yüzeyine dönüşür. Turistler, meydanın yeni kullanıcıları olarak Taksim sahnesine giriş yapar. Daha çok turist hedefine yönelik olarak bölge, eğlence, yeme-içme, alışveriş yapma gibi aktivitelere olanak sağlayacak şekilde yeniden kurgulanır. Turizm-sermaye denkleminin aşkın çekimi ile dönüşen kent ve özelinde Taksim Meydanı, bu uğurda bağlamından kopuk fragmanlar olarak tüketiciye sunulurken semiyotik bir boşalmaya uğrar. Devlet ve sermayedarın soyut mekânının inşası Cumhuriyet'in ilanından günümüze kadar devlet eliyle gerçekleştirilir. Her siyasi erk kendi çılgın projelerini üreterek Taksim'de uygular. Taksim Meydanı siyasi erkin kamuyla ve muhalefetle verdiği savaşım mekânı olarak yıkımlar ve inşaatlarla temsili bir güce dönüşür. Neoliberal kentleşmenin bir sonucu olarak kent ve özelinde Taksim Meydanı sermaye ve devletin ortak çıkarlarına uygun soyut mekânı kendi ideolojlerini temsil edecek şekilde üretme yüzeyidir. Soyut mekânın kavramsal üretimi kamusal alan kavramının tanımlanmasına dair tartışmalarla sürer. Kavram, özgürlük, temel haklar, azınlık hakları, özelleştirme kavram kümesi ile Türkiye'de simgesel bir evren oluşturur. Simgeselleşme ve simgesel algı, kavramları katı bir temsiliyete hapseder. Bir politik çekişmeye ve kutuplaşmaya dönüşen kamusal alan tanımları, kamusal alanın mekânsal temsiliyetlerini aşarak, kavramsal olarak da temsiliyet kazanmasına neden olur ve kavram çeşitli ideolojiler ile sınırlandırılır. Tartışmalar siyasi kutuplaşmanın erk mücadelesi halini alırken, devlet ve kamunun eşdeğer görülmesi geleneği, tartışmayı dar bir alana sıkıştırır. Kamusal alan-özel alan kutuplaşması içinde süregiden kamusal alan kavramı, çalışma kapsamında yeniden ele alınır. Özellikle Cumhuriyet dönemi ile kullanıma açılan İnönü Gezisi, Taksim Meydanı gibi yapılı kamusal alanlar ile kamusal-özel alan arasında inşa edilen keskin sınır, Osmanlı'dan kalan geleneksel çizginin sınırsız ara değeri içeren, bulanık yapısının terk edilmesini zorunlu kılmıştır. Kamusal alanda, Osmanlı'dan gelen gizli denetim çemberinin yok olarak herkese ait bir açık alanın inşası tekinsizlik (uncanny) hissi doğurmuştur. Toplumun yaşadığı bocalama ile yeni kamusala uyum sağlaması ise kamusal alanda çeşitli deformasyonlarla sağlanmıştır. Bu noktada kamusal alanda var olma halinin yaydığı tekinsizlik hissi topluluk halinde varoluş ile aşılmaya çalışılır. Gezi Parkı veya meydan, birey olarak dolaşmak veya kitap okumak için alışılagelen güvenlik ortamını sunamamıştır. Dolayısı ile küçük-büyük gruplar ve topluluklar halinde gezinmek, piknik yapmak, top oynamak, oturmak ve yarı kamusal alanı kamusal alanda sosyal olarak inşa etmek kamusal alan kullanımını mümkün kılmıştır. İkinci güvenlik bileşeni ise fiziksel çevrenin deformasyonu ile gerçekleşir. Park veya meydan çay bahçeleri, cafeler, evlendirme dairesi, dükkânlar ile renklendirilmiş, her biri işgal ettiği alanın yakın çevresini de sahiplenerek kamusal alanı parsellemiş ve bu alanı herkesin alanı olmaktan çıkartmıştır. Böylece kamusal alan-özel alan kullanımının geleneksel çizgisi evrensel/çağdaş kamusal alana taşınarak aleniyetin tezahürü sınırlandırılmış ve tekin ortam (heimlich) yaratılmıştır. Bu durum sosyal bir panoptikonun yaratısıdır. Kamusal alan kavramının içeriği farklı iklimler, toplumlar, kültürler için farklılaşmalıdır. Kavramın evrensel tanım kümesine hapsedilerek farklı kamusallık hallerinin dışlanması kamusal alan kullanımlarının da kapanmasına/tek tipleşmesine neden olmaktadır. Kuşkusuz kamusal alan, günümüzde evrensel bir kavramdır fakat aynı formüllerin her toplum için olumlanması mümkün değildir. Kamusal alan her toplumun kendi gelenekleri, kullanım alışkanlıkları üzerinden anlamlanacak, dönüştürülecek, şekillendirilecek bir alandır. Ancak o zaman sahiplenilir ve kamuoyunun içinde oluşturulduğu toplumsal bir kamusal alanın inşası mümkün olur. Yerel kamusal alan gerçekleştirilmeden kent parçaları sahipsiz kalır. İnsanların kişisel potansiyellerini gerçekleştirebilecekleri, katılımın, hayal gücünün geliştirilmesini imkânsız kılar. Kamusal alanlar tek bir bölge ve ülke içinde formülleştirilemezler. Her şehirde, bölgede farklı sosyo-ekonomik, kültürel çevrelerde farklılaşmalıdır. Yerel kamusalın inşası ise ancak sermaye odaklı, dikte edici politikaların terki ile mümkündür. Ancak bu şekilde Türkiye'de kent hakkı veya kenti dönüştürme hakkı talebinden söz etmek ve kamusal alanları yaşatmak mümkün olacaktır. Yerel kamusallar kaybolan, sahiplenme, aidiyet, hemşerilik duygularını pekiştirerek, katılıma, hayal gücünün geliştirilmesine açık, özgür politikanın üretim alanı olarak kentsel örgütlenmeleri destekleme potansiyeline sahiptir.
Taksim Square - a stage where Turkey's cultural output is exhibited - has been in the centre of debate and conflict since the beginning of the Republic's modernity project: debate on the concept of public space and conflict between various groups with differing political discourse. Today's Taksim signifies a culmination of ideologies and interventions of different governments, users and, inevitably, global business. This thesis discusses what the Square represents, how these representations evolved, how they molded the square's socio-economic, physical and political transformation while eroding its public nature. A century long story of the Square is a striking example of the erosion of the construction of a public space, as various ideologies intervened to change what the square signified. Although this thesis examines the urban transformation of a limited area - transformation of Taksim Square and its surrounds over one hundred years - it is also relevant socially, politically, economically and in the context of time and space for a much wider geography. Taksim Square recently came into prominence after Gezi protests. This thesis aims to bring a new approach to the question of public space. Studying the transformation of Taksim Square, it examines the concept of public space in Turkey and produces an alternative narrative on public space. In the process of the research, a number of historical documents, which are not quoted in current academic literature, have come to light. These sources should help telling Taksim's story from new vantage points. This thesis, with its alternative definitions for public space and findings on patterns of usage of public space, can be appended to the existing academic literature. The construction of a new public space at Taksim Square, following the proclamation of the Republic, is the embodiment of an excessive passion. In Turkey's experience, modernization (and westernization) was achieved by a plan introduced from the top. Huge urban transformations were needed to symbolize and represent Turkey's modernization in urban space - provided through figural representations by the disciplines of architecture and planning - and for purging the urban space from its Ottoman/Islamic past. As a part of the modernization project, public space was used to represent the drive to develop a healthy and modern society. Public space was created together with its user's manual, prescribing how to use the public space, who could and who couldn't use it. The "freedom" provided by the secular life was embroidered with new restrictions. Modernization meant westernization. Those who held the political power and the modernized, enlightened elite, together, they imposed on the Turkish people the selected culture and etiquette. Westernization was not a wholesale but a selective approach which accepted only a limited version of the West, thus defining a limited modernization for the Turks. The forced opening of public spaces actually meant their closure as a result of the state's nationalist propaganda. In the process, public spaces were purged from ethnic, religious and cultural diversities. Those who were impossible to purge were expelled from the Republic's public space. As the ethnic minorities were purged, Taksim's cosmopolitan credentials were stolen from everyday life. The word "cosmopolitan" was left only as a vacant adjective before the Square's name. The construction of the Republic Monument in Taksim Square is the beginning of an urban transformation story, which included changes in urban toponymy. When Taksim's Talimhane area (military barrack's training area) was granted planning permission for residential development, a new square was created in Taksim. The new square was named "Taksim Republic Square" - new name for the public space which have been emptied randomly for over a hundred years by the political powers in line with their ideologies. The new square was planned around the Republic Monument and the works included the demolition of a range of buildings. The demolition process started with the stables of the Artillery Barracks and continued with the barracks buildings. Later, Taksim lost another physical and social component when Kristal Gazinosu was pulled down. The opening of the Tarlabasi Boulevard was the start of the sociological transformation. In the second half of the 20. century, as the political power changed hands, various debates centering on public space, freedom and headscarf were on the agenda. With a new party in power, there were moves for a physical representation of religion in Taksim. Proposals to build a mosque at Taksim Square flared up a new confrontation and spurred further polarization. The proposals were yet another example of claims of ownership on public space, aiming to erect a representative structure. As the urbanization of neoliberalism advanced so did the pious conservative capitalism. Proposals for a mosque in Taksim continued to cause more controversy when plans for a shopping mall - along with a mosque - were put forward. Greater proposals to transform Istanbul into "the most important centre for finance and tourism" seemed to be advancing. Taksim's Tarlabasi district suffered a second cleansing operation, drawing it further into the monocultural landscape of the city. Tarlabasi, with its historic heritage, thus became an attractive target for investors. The political powers decided that, for an internationally recognizable image, the city must look free from all its problems. To this end, a pedestrianization Project for Taksim Square was launched. Speedy implementation of this project was seen as the latest stage of emptying of public space. Pedestrainization project was a coup by the political power on public space at Taksim Square. The proposal for pedestrainization of Taksim was first mentioned in the aftermath of the "Bloody May Day" of 1977 and included the construction of a mosque in later years. During the term of Recep Tayyip Erdogan as mayor of Istanbul, the proposals surfaced once more. The pedestranization project renders the square nearly inaccessible for pedestrians thus creating a new method for suppressing large urban protest rallies. With traffic running through a network of underground tunnels, the square was detached from its surrounds and turned into a concrete urban surface. Tourists became the prominent users of the new space. Taksim Square, with its facilities for shopping and entertainment, with cafes, bars and restaurants, has been transformed to target the tourists. Capital investment in the most attractive tourism industry was another major factor in the shaping of the way the city and its Taksim Square was transformed. The users or consumers were presented with fragments of the city, detached from their context, as Taksim Square became a semiotically emptied space. The hand of the state has carried out the construction of an abstract space jointly envisaged by the capitalist and the state since the foundation of the Republic. Every group that comes to power puts forward extreme projects for Taksim and implements it. Taksim Square - where a struggle between those who hold the power and the public as well the government's opponents continues through demolitions and constructions - signifies the force of the political power. As a consequence of neo-liberal urbanization, the city and, in particular, Taksim Square becomes a space where the capital and the state can manufacture the representative products of their ideologies. The conceptual manufacture of an abstract space continues alongside the debate on the definition of public space. Concepts such as freedom, basic rights, privatization in Turkey, all roll into one global concept of public space, which represents a symbolic universe. Concepts are surrendered to symbolic representation and symbolic perception. Symbolism and the perception of the symbols put the definitions of public spaces at the heart of political confrontation and polarization. Therefore, conceptual representation also gained weight, besides spatial representation. The concept was limited to the view of each ideology. The debate is transformed into a political struggle. The field of debate becomes more limited as the Public and the State are perceived to be the same. This study examines what the notion entails as it continues to be affected by polarized politics. In the Ottoman times the border between private and public was blurred. Traditionally, there was almost no demarcation showing where one ended and the other started. In the Republic era, the built public spaces such as Inonu Gezisi and Taksim Square were opened to public use with clear structural borders between public and private spaces, the Ottoman tradition had to be abandoned. The Ottoman practice included a secret monitoring network of the space. This also evaporated, causing an uncanny feeling among the users. The people felt confused as they struggled to get used to the new public space. The Gezi Park and Taksim Square did not offer a safe and comfortable feeling to the individual who wished to be on his own, perhaps wished to sit on a bench and read a book. People overcame the uncanny feeling by walking or playing in groups. The garden cafes in the park and other buildings such as the municipal wedding hall and various shops offered a second component of safety. These establishments made the area perhaps more colorful but, at the same time, transformed the public space by invading the land next to them. In this way, perhaps, a more canny atmosphere is achieved but at the cost of losing the universally accepted line that divides the public and private space. This transformation amounts to the creation of a social panopticon.The concept of public space should be different for different societies, cultures and climates. Enforcing a universal concept for public space and banishing different approaches limits the notion. Undoubtfully, in our day, there is a universally accepted understanding for what public space should be but it is not a formula that is meant to work for every society. Public space will only become meaningful when it is transformed, developed and shaped according to the traditions of each society and the way they use the space locally. Only then the public will feel themselves as the rightful owners. Without public spaces in each neighborhood, the city and its parts will remain ownerless. Developing local neighborhood spaces for the public encourages creativity, participation and uncovering of an individual's potential. There cannot be a single formula for all public spaces. In each city, in each area and in different socio-economic conditions and cultures, the public space should develop differently. Building local public space is only possible by abandoning market oriented political dictation. Only then it will be possible to protect the public space in Turkey and and only then it will be possible to talk about the Right to the city and to demand the right to transform the city. Sense of community and feelings such as ownership, comradeship, belonging to your neighborhood - all of which encourage greater social participation - can be regained by creating and supporting local public spaces. Public spaces as such motivate free speech, free political thinking, creativity and has the potential to support urban solidarity.